İNSANOĞLUNUN METAFİZİK İLE İMTİHANI


Herakleitos’un bilgeliğe ilişkin yaklaşımından bir süre sonra, felsefenin sistematik olarak başlaması ise, Aristoteles ile gerçekleşir. Aristoteles’in bu konuda belirleyici eseri ise Proto Philosophia; Metafizik’tir. Metafizik, tanımlandığı dönemden itibaren felsefenin merkezi olarak, varlığın ne olduğu, ne türden varlıklar bulunduğu gibi sorularla sürüp gelmiştir. Metafizik konular felsefe tarihi boyunca çeşitli filozoflar tarafından ele alınmıştır. Aristoteles ile tam olarak ne ile ilgili olduğu belirlenmiş olsa da, öncesinde de metafizik ile ilgili konular zaten tartışılmaktaydı. Metafizik varlığın özüne ve geneline ilişkin olarak kapsadığı geniş bakış açısıyla doğa araştırmalarından ayrılmaktadır. Doğa araştırmaları varlığın bir yönünü sınırlı olarak ele alsa da metafizik daha kapsayıcı ve daha genel olduğu için doğa araştırmalarından ayrı bir konuya sahiptir.

 Metafizik Kavramı

Filozofların felsefe tarihi boyunca, üzerinde en çok düşündüğü konulardan birisi metafiziktir. Zaman zaman felsefenin merkezi olarak da nitelenen, zaman zaman da eleştiri ve saldırılara maruz kalan metafizik; bütün yaklaşımlara karşın güncelliğini yitirmemiştir. Metafiziğin her zaman gündemde olan bir konu olmasının nedenleri arasında, bir yandan üzerine eğildiği problemlerin önemini hiç yitirmemiş olması; diğer yandan da hem kapsamının ve tanımının felsefe tarihinin her döneminde yeniden tartışılmış olmasıdır.
Bilindiği kadarıyla ‘Metafizik’ terimi ilk olarak Aristoteles'in eserlerini derleyen Rodoslu Andronikus tarafından MÖ I. yy.’da anılmıştır. Andronikus, Aristoteles’in eserlerini sıraya koyarken, ‘Fizik’ adlı eserinin sonrasına koyduğu yazılara işaret etmek için ‘ta meta ta physika’ terimini kullanmıştır. Gerçekte Aristoteles, bugün bizim ‘Metafizik’ ismiyle bildiğimiz eserin içeriğindeki konuları ‘ilk felsefe’ diye adlandırmıştır.
Aristoteles, insanın edindiği bilgileri ediniliş biçimlerine göre değerlendirerek sınıflamaktadır. Buna göre insan için ilk olarak ve doğrudan edindiği bilgi duyularından gelen bilgidir.  Aristoteles bu türden bilmeyi, alt türden bilme olarak görmektedir. Bununla birlikte insan, duyulardan edindiklerinin ötesinde, daha ileri aşamalarda bilme yetisine sahiptir. Bunlardan ilki hafızanın kullanımını gerektiren deney aşamasıdır. Deney ile edinilen bilgi, bireysellerin bilgisidir ve bu bir konuya ilişkin nedenleri bilmeksizin, o konu ile ilgili pratik kuralın edinilmesini sağlamaktadır. Deney bilgisinin üstünde sanat bilgisi bulunur. Sanat, tek tek şeylerin kavranışının değil, genele ilişkin olan bilgiyi sağlamaktadır. Sanat bilgisi genel ilkelere dayanmaktadır ve o pratik kuralların bilgisidir. Böylelikle sanat bilgisi, deney bilgisine üstündür. Fakat bunların her ikisi de gerekli olan bilgilerdir. Bütün bu bilgilerin üzerinde, nedenlerin saf bilgisi olan bilim bulunmaktadır. Bilim, sanat gibi pratik amaçlara değil de, yalnızca bilmek için bilmeye yönelir; böylelikle o, en yüksek türden bilmedir ve sağladığı bilgi de en yüksek bilgidir. Biz bir şeyi nedenleri ile ilk ilkeleri ile bildiğimizde tam anlamı ile bilebiliriz; bize bu türden bilgiyi sağlayan da bilgeliktir.
Greklerin episteme dediği bilim; ispata dayalı bilgi türüdür. Fakat ilk ilkelere ilişkin nihai bilgi fizik dünyadaki olaylar ile temellendirilebilir türden bir bilgi değildir. Onlar, temellendirilemiyor olduklarından dolayı ilke olarak anılırlar. Bunlar, dünyadaki her türden olup bitmenin ötesinde bulunan bilgiler olduklarından, onlara erişmek bir tür sezgi gücü ile mümkün olabilir. İlk ilkelerin bilgisi bu yüzden epistemeye ile değil nousa  dayandırılmaktadır. Bunlar, episteme ile birlikte en kapsayıcı, bilinmesi en güç şeylerin bilgisi olan, bilgeliği oluştururlar. Bilgelik, yalnızca şeylerin nedenlerinin bilgisi ya da bilimi değil, aynı zamanda ilk ve en evrensel ilkelerin de bilgisidir.  Bu bilginin nesneleri duyulardan en uzak olanlardır; çünkü bu nesneler en genel şeylerdir. Nesneleri en soyut ve en az karmaşık şeyler olduklarından bu, en kesin bilgidir.
Aristoteles bilimleri, poetik , pratik ve teorik  bilimler olmak üzere üç temel sınıfta değerlendirir. Aristoteles, poetik bilimleri poetika ve retorik; pratik bilimleri ise etik, politika ve ekonomi olarak belirlemektedir. Teorik bilimler ise matematik, fizik ve nihayetinde ilk ilkelerin bilgisi olan metafiziktir.
İlk felsefe olarak metafizik, evrenin en yüksek, ilk ve en genel ilkelerini araştırmaktadır. Evrene ilişkin bilgi verme gayretinde olan bütün diğer bilimler, en yüksek prensipleri araştıran bu ilk felsefenin altında yer almaktadırlar.16 Metafizik, tek tek bilimlerin yaptığı gibi varlığın belli bir alanını konu edinmek yerine; varlığın kendisine ilişkin prensipleri araştırmakta, varlığı ne ise o olarak ele almaktadır.
Aristoteles açısından metafizik, fizik olan hakkında ortaya konulacak teorinin öncesinde yer alıp, onun temellerini oluşturacak bilginin elde edilmesine yönelik bir soruşturmadır. Bu durumda olgulara yönelik fizik araştırması bir yerden sonra metafizik soruşturmaya doğru yönelmektedir. Çünkü metafizik keşfedilmeksizin ortaya konan bir fizik havada kalmış, eksik bir uğraşı olacaktır.  Aristoteles’in soruşturması fizik olandan başlamaktadır. Fakat fizik olan hakkında köklü bir bilgi edinme, bizi onun doğasına ilişkin metafizik bir soruşturmaya yönlendirmektedir.
Metafiziğin deneyimlediğimiz gerçekliğin ötesinde olan şeye ilişkin savları o metafizik sistemin içinde değerlendirilir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, her metafizik sistemi kendi içinde tutarlıdır. Bu durumda kimi zaman birbiri ile çelişen metafiziklerin savlarından gerçekte hangisinin doğru olduğunu söylemek mümkün olmamaktadır.
Kant’taki biçimi ile eleştirel anlayış metafiziklere kendi sistemleri içinden değil, metafizik dışı bir yapıdan, insanın bilmesinin meşru alanını belirleme çalışmasından yaklaşmaktadır. İnsanın meşru bilme alanı bir kez belirlendiğinde, metafiziğin olanaklı olup olmadığı, eğer olanaklı ise kapsamının ne olduğu açıkça ortaya konabilecektir.
Hume, meşru bilgimizin sınırlarını ortaya koyma çabası sonucunda iki bilgi alanı belirlemiştir. Bunlardan ilki, bilimlerin soruşturma yetkisine giren olgu sorunları ve matematiğin alanı olan ide bağıntılarıdır.
İde bağıntılarını dile getiren önermeler, olgular hakkında hiçbir şey söylemezler. Onlar sadece, konu edindikleri kavramda örtük olarak bulunan şeyi ifade ederler. Diğer yandan hiçbir olumsallığa yer vermeyecek biçimde kesindirler. Çünkü onlar çelişmezlik ilkesinin bir tezahürüdürler ve karşıtlarının düşünülmesi çelişmeye yol açar. Kant’ın, daha sonra analitik önermeler olarak nitelendireceği bu tür ifadelerin, bilgi verici ifadeler oldukları söylenemez. Çünkü onlar kavramda zaten ayırt edilmiş bulunan bir şeyin önermede tekrar edilmesi anlamında totolojiktirler.
Olgu sorunlarını dile getiren ifadeler ise duyu deneyimlerine dayanan, gerçekliğe ilişkin, olumsal önermelerdir. Bunlar konu edinilmiş kavramda önceden ayırt edilmiş olmayan bir şeyi ifade eden önermelerdir. Bu tür ifadelerin bilgi bakımından değeri, onların deneyimden elde edilmiş olmaları ile ilişkilidir. Onlar olgulara ilişkin ifadeler olduklarından, doğrulanma olanakları da olgular ile karşılaştırılarak sağlanır. Çelişiği olan ifadeler de kendileri kadar doğru olabildiğinden dolayı bunlar, zorunlu bir doğruluğu dile getirmezler. Olgu sorunlarını dile getiren önermeler, kesin değil fakat olası bir doğruluk taşırlar.
Hume matematiğin, ide bağıntılarını; empirik bilimlerin, olgu sorunlarını dile getiren önermelerinin bilgi bakımından meşru ya da anlamlı olduğunu, bunların dışında kalan önermelerin ise anlamsız olduğunu öne sürmektedir. Metafiziğin ifadeleri ise ne ide bağıntıları ne de olgu sorunları dile getirmemektedir. Bu durumda metafizik ifadelerin ne bilgi bakımından meşruluğu söz konusudur ne de bir anlam içermektedirler. Sözgelimi, metafizikçilerin kendilerine sıklıkla başvurdukları ‘töz’, ‘madde’, ‘gerçeklik’ gibi kavramlar Hume’un ortaya koymuş olduğu bu empirik ölçüt açısından anlamsızdırlar. Çünkü bunlar ne duyu deneyimlerine ilişkin ifadelerdir; ne de matematiksel kavramlardır.
Metafizik, genel anlamı ile, doğanın yapısı ve işleyişi hakkında bilgi edinme çabasının sonuşlarından birisidir. Burada, özelleşmiş doğa bilimlerinin de evrene ilişkin bilgi edinme çabasında oldukları; bu yüzden de metafiziğin alanına ilişkin bu tanımın, metafiziği doğa araştırmalarından net bir biçimde ayırt etmeyi sağlamadığı söylenebilir. Doğa bilimleri de olgulara ilişkin bilgi edinme gayretindedirler. Ne var ki tek tek doğa bilimleri, olgular hakkında bilgi edinme ve bunu da bilimsel bakış açısı ile gerçekleştirme çabasında olmaları bakımından benzer olsalar da, inceledikleri konular bakımından ayrılmaktadırlar. Her biri dünyadaki olguların kendilerine konu ettikleri kısmını incelerken, bunu, incelediği konunun gerektirdiği özel bir bakış açısı ile yaparlar. Sözgelimi, doğa bilimleri arasında sayabileceğimiz fizik, kimya, zooloji ve botaniğin hem inceledikleri olgular hem de bu olgulara yaklaşım biçimleri birbirlerinden farklıdır. Bu yüzden her biri belli bir olgular öbeğini, belli bir açıdan ve belli yönleri ile ele alırken; pek çok yönünü de dışarıda bırakırlar.
Metafizik, ilkelerin araştırılmasıdır. Doğa bilimlerinden metafiziğin ayrıldığı ana noktalardan biri genele ilişkin, kuşatıcı bilgi edinme çabası ile ilgili tavrıdır. O, belli bir olgu veya olgu öbeğinin şu veya bu yönüne değil; bir bütün olarak evreni kavramaya yönelir. Eksik bırakmaksızın evreni bütün olarak ele alma amacını güder. Bu durumda metafizik, genelliği ile doğa bilimlerinden farklıdır. Metafizik, şu veya bu olguya değil, bir bütün olarak evrene ilişkin en genel, en kuşatıcı ilkeleri soruşturma etkinliği olarak anlaşılabilir.
Hem evrendeki her şey, hem de bir bütün olarak evrenin kendisi, metafiziğin araştırdığı bu genel ilkelere tabi olmalıdır. En kuşatıcı ve genel ilkelerin ortaya çıkarılmaya çalışılması da evrenin bütünlüklü bilgisine sahip olma, onu bütün olarak kavrama çabası ile ilişkilidir. Böylelikle metafiziği, ‘evreni bütünü ile bilme çabası’ olarak da tanımlayabiliriz. Bu en genel, en kuşatıcı ilkeler aynı zamanda öze ilişkin olduklarından, soruşturulmaları zaman zaman varlığın neliğini ortaya koyma çabası olarak da anlaşılmıştır. Varlığın neliğini araştıran metafizik, bunu varlığın ilk ilkelerini veya varlığa ilişkin nihai, yanlışlanamaz hakikatleri ortaya çıkarma yolu ile gerçekleştirme çabasında olmuştur.
Metafizik, varlığın neliğini yani özünü bilme çabası olarak alındığında, fizik ötesini tanıma çabası olarak da değerlendirilmiştir. Çünkü görünür olan varlığın özünden bahsettiğimizde, fizik dünyanın ötesinde olan bir şeye yönelmiş olunur. Amaç görünür olanın ötesindeki, göreli olmayan nihai gerçekliğe ulaşmaktır; yöntem ise görünürde olanın eleştirel bir incelemeye tabi tutulması yolu ile onun ötesinin bilgisine ulaşmaktır.
Bu anlamıyla fizik dünyanın ötesinde, görünür olanın ardında olanın, tanrısal bir şey olduğu düşüncesi metafizikçilerin çoğu tarafından kabul edilmiştir. Bundan dolayı da varlığın özüne ilişkin yapılan araştırmalar çoğu zaman tanrısal olana ilişkin bir araştırma olarak görülmüştür. Bu aynı zamanda varlığın ilk ilke ve nedenlerinin araştırılmasıdır. Bu bakımdan, varlığın özünün kavranması ile şeylerin ilk ilke ve nedenleri kavranacak böylelikle de var olanlar hakkında nihai, değişmez ve değiştirilemez tanrısal bilgiye ulaşılacaktır.
Metafizik, varlıkların kendilerine özgü kaynağına inmeyi, onların kendi başına değil, bütün içindeki konumuyla soruşturulmasını gerektirir. Bir şeyin tam olarak kökten bilinebilmesi, evrenin ya da varlığın özünün bütünlüklü olarak kavranmasına bağlıdır. Böylelikle, metafiziğin uğraşı kimi zaman evrenin tümünü kuşatacak, onu bütünlüklü olarak kavrayacak ilkelerin bilinmesi, kimi zaman varlığın özüne ilişkin olan şeyin kavranması; kimi zamansa fizik ötesindeki tanrısal gerçekliğe ulaşılması çabası olarak görülmüştür.
Metafiziğin klasik soruları, ‘Evren tümüyle nasıl kurulmuştur?’, ‘Varlığın ne gibi bir özü vardır?’, ‘Fizik ötesinin yapısı nasıldır?’, ‘Bir şey (her şey) derinlemesine nasıldır?’ gibi sorulardır. Filozofların metafizik alanına ilişkin sorduğu bu gibi sorular, farklı metafizik sistemlerinin terminolojileri, yapıları bakımından farklılıklar göstermektedir. Metafiziğin, evreni kuşatan ilkelere yönelen tavrı, sorularında da kendini gösterir. Bunlar, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayacak, köktenci bir soruşturmaya yönelik sorulardır. Bu tip sorulara verilmiş olan yanıtlar ve ortaya çıkan yeni sorular, felsefe tarihi boyunca metafiziği çeşitlendirmiş ve zenginleştirmiştir. Ne var ki bu çeşitlilik içindeki metafizik sistemlerden bazılarının yaklaşımı, birbirlerini destekleyecek ve tamamlayacak biçimde yan yana dururken; bazıları da bütünü ile birbirini değilleyecek, hiçe sayacak biçimde karşı karşıya gelmişlerdir. Karşıtı olanı çürütürken, kendi savını güçlendiren uzun kanıtlama zincirleri birbirini izlemiş ve konu, içinden çıkılamaz bir hal almıştır. Kant’ın da belirttiği üzere, bu çeşitlilik bir yerden sonra, felsefeyi bir yazboz tahtası haline getirmiştir. Bir metafizik sisteminde doğru olarak kabul edilen bir şeyin, tam tersi bir başka metafizik sisteminde doğru olarak kabul edilmiştir. Metafiziğin soruşturması, görünürdeki fizik gerçekliğin ötesine uzandığından dolayı bu soruşturmanın sonuçları çoğu zaman o metafizik sisteminin içinde değerlendirilmiştir. Ne var ki bu metafizik sistemlerinin kendi ön kabulleri bir kez onaylandıktan sonra, biri ortaya koyduğu savı, diğeri de bu savın zıddını, aynı titizlik ve dakiklik ile kanıtlayabildiğinden, gerçekte bu sonuçlardan hangisinin doğru olduğunu söyleme olanağı da olmamıştır.
Felsefe tarihi böylesi bir metafizik çeşitliliğini barındırırken, hemen her metafizikçi, evreni bütünü ile bilme amacını gerçekleştirenin kendi metafizik sistemi olduğunu iddia etmiştir. Gerçekten de, evreni ister birbirleri ile çatışan, ister uzlaşan bir görüşle kavrasınlar, hemen hemen tüm metafizik sistemlerde ortak bir özellik vardır: hiçbiri, verdikleri yanıtların evrenin tümü hakkındaki kökten, doğru bilgiyi verdiğinden kuşkuya düşmemiştir. Metafizik sistemlerin merkezinde genellikle, evrenin bütününü kavramaya ilişkin bir sav bulunur. Sistemin tamamı bu sav ile uyumlu olacak biçimde kurulur. Bundan dolayı da bu savı dile getiren ifadelerin öznesi, varlık, evren, her şey vb. gibi genele işaret eden bir kavram olmalıdır.
Eğer metafizik bir sistem böyle bir sav sunmaktan geri kalıyorsa, evrenin bütünlüklü kavranışına ilişkin bir yanıtı olmadığını da kabul etmiş oluyor demektir. Doğa bilimleri çoğu zaman bu türden soruları cevaplama gayretindedirler. ‘Nedir?’ sorusu hakkında sorulduğu şeyin olgusal niteliklerine değil de, doğrudan varlığına yönelik kökten bir soru olduğundan dolayı ‘Nasıl?’ sorusundan önce gelmektedir. ‘Nasıl?’ sorusu bir olgu hakkında sorulduğunda onun görünür özelliklerinin tasvirine yöneliktir. Metafizik, ‘nedir’li soruların cevaplanmasına yönelik ifadeler ortaya koymaktadır. Bu ifadeler kabaca, hakkında oldukları şeyin, ne olduğunu ortaya koyma amacındadır. Bir şeyin ne olduğu, onun varlığının özü ile, tabi olduğu en temel ilkeler ile ilişkilidir. ‘Nasıl’ sorusu görünürdeki gerçekliğin tasvirine yönelik iken, ‘nedir’ sorusu bu görünür gerçekliğin ötesine uzanmaktadır. Bu soruya verilen yanıtlar çoğu zaman hakkında oldukları şeyin başka türlü olabileceğini kabul etmeyen, köktenci yanıtlardır.
Metafiziğin bir bilgi olup olmadığı, metafizik hakkında en yoğun tartışmaların yapıldığı konulardan birisidir. Metafizik ile doğa bilimi arasındaki köklü ayrılığın temelinde bulunan şeylerden birisi de, doğa bilimi önermelerinin olgusal olarak denetlenebilmeleri ile ilişkilidir. Doğa bilimlerinin öne sürmekte olduğu önermenin doğruluğunu net olarak ortaya koyma imkânı vardır; onlar doğru ya da yanlış olabilirler. Bir ifadenin, ya da bir savın diyelim, bilgi olmak bakımından bir değerinin olması için doğrulanmak ya da yanlışlanmak anlamında denetlenebiliyor olması gereklidir. Bu koşul, metafiziğin sunduğu savlar için de geçerlidir. Eğer metafiziğin bir bilgi türü olduğunu söylenecekse, önce onun doğruluk değeri bakımından denetlenebilir olduğunun söylenebilmesi gerekir. Ne var ki, metafizik sistemlerin sunduğu ana savların doğru ya da yanlış olduğunu söyleme şansımız yoktur. Bundan dolayı, felsefe tarihi boyunca, metafizik ifadelerin denetlenme yolu ile ilgili bir uzlaşıma varılamamış; kimi zaman sistemin ifadeleri arasındaki tutarlılık, kimi zaman belli bir anlayışa uygunluk, kimi zaman da belli bir zümre tarafından benimsenmiş olmak, denetlemek için seçilen kıstaslar olmuştur.
Pek çok metafizik, kurduğu sistem ile birlikte bir denetleyici mekanizma da sunmuştur. Felsefe tarihi boyunca bir yanda metafizik savların kendileri, diğer yanda da bu savların nasıl denetleneceği tartışılagelmiştir. Her bir sistem, kendi savlarını sağlama alacak mekanizmayı da beraberinde getirdiğinden, birbirinden çok farklı savlar öne sürseler de hangisinin gerçekten en doğrusu olduğu sorusu, güncelliğini hiç yitirmemiştir.
Metafiziğin temel konularından birisi olan, fizik dünyanın ötesinde olduğu varsayılan nihai gerçeklik, bizim meşru bilmemizin sınırını aşmaktadır. Dolayısıyla bu alana ilişkin olarak öne sürülen savların ne doğru, ne de yanlış olduğunu söyleme olanağımız bulunmaktadır. Metafiziğin kavramlarının deneyimimize konu olmak bakımından hiçbir anlamı yoktur.
İnsan bilgisinin tek meşru kaynağı izlenimlerdir. Bu durumda bir terimin anlamlı olup olmadığının soruşturulması, o terimin hangi izlenimden türetildiği sorusu dâhilinde yürütülmelidir. Eğer kullanılan terime karşılık gelecek bir izlenim verilemiyorsa, terim anlam taşımıyor demektir. Metafizik problemlere yapılacak bu türden köklü bir analiz, bunların anlamdan yoksun ve dolayısıyla çözümsüz olduklarını gösterecektir.
Kaynak: Prof.Dr.Cengiz Çakmak
İ.Ü.Sosyoloji Dersleri Felsefeye Giriş Ders Notları

Yorumlar