SORU SORAN ADAM SOKRATES - .(FELSEFE'NİN KISA TARİHİ) - NIGEL WARBURTON

 

Soru Soran Adam SOKRATES 

Atina'da 2400 yıl kadar önce bir adam, çok soru sorduğu için ölüme mahkûm edildi. Ondan

önce de filozoflar vardı, ama felsefe Sokrates'le birlikte şahlandı. Felsefenin koruyucu bir

azizi varsa, o olsa olsa Sokrates'tir.

Uzun burunlu, tombul, pasaklı ve bir parça tuhaf Sokrates, kalıplara uymayan bir adamdı.

Görünüşü çirkindi, ender yıkanırdı ama muazzam bir karizmaya ve parlak bir zihne sahipti.

Atina'daki herkes, onun gibi birinin olmadığı, muhtemelen böyle birinin bir daha dünyaya

gelmeyeceği konusunda hemfikirdi. Nevi şahsına münhasırdı, ama aynı zamanda çok da sinir

bozucuydu. Kendini insanı tatsız biçimde ısıran yapışkan bir at sineği olarak görüyordu.

Onlar rahatsız edicidir, ama ciddi bir zarar vermezler. Gerçi Atina'da herkes aynı görüşte

değildi. Sevenleri de vardı, tehlikeli bir etkisi olduğunu düşünenler de.

Gençliğinde Peloponez savaşında Spartalılara ve müttefiklerine karşı savaşan cesur bir

askerdi. Orta yaşlarında pazar yerinde dolaşır, zaman zaman insanları durdurup onlara

olmadık sorular sorardı. Yaptığı şey buydu aşağı yukarı. Ne var ki sorduğu sorular jilet gibi

keskindi. Basit görünüyorlardı, ama öyle değillerdi.

Bunun bir örneği, Euthydemos'la diyaloguydu. Sokrates ona, aldatmanın ahlaksızlık

sayılıp sayılamayacağını sorar. "Elbette sayılır,” diye cevap verir Euthydemos. Apaçık ortada

olduğunu düşünür. Sokrates ona şöyle sorar: Ya bir arkadaşın kendini çok kötü hissediyorsa

ve kendini öldürebilecekse, sen de onun bıçağını çalarsan? Bu da aldatmak olmaz mı?

Şüphesiz ki olur. Fakat böyle yapmak ahlaksızca değil de ahlaki değil midir? Her ne kadar

aldatıcı bir edim olsa da kötü değil iyi bir şeydir. Eli kolu bağlanan Euthydemos, "evet” der.

Zekice bir karşı örnek kullanan Sokrates, Euthydemos'un aldatıcı olanın ahlaksızca olduğu

yönündeki genel yorumunun her durumda geçerli olmadığını göstermişti. Euthydemos bunu

ilk kez fark ediyordu.

Sokrates pazarda karşılaştığı insanların bildiklerini düşündükleri şeyi gerçekten

bilmediklerini tekrar tekrar kanıtlamıştır. Bir ordu komutanı, "cesaret"le kastedilenin ne

olduğunu bildiğinden kesinlikle emin olarak konuşmaya başlar, fakat Sokrates'in yanında

geçirdiği yirmi dakikadan sonra tamamen kafası karışır. Bu oldukça sersemletici bir deneyim

olmalıdır. Sokrates insanların gerçekte anladığı şeyin sınırlarını açığa çıkarmayı ve

yaşamlarının temeli yaptıkları varsayımları sorgulamayı seviyordu. Herkesin ne kadar da az

bildiğini fark etmesiyle son bulan diyalog, onun için bir başarıydı. Bir şeyi anlamadığın halde

anladığını düşünmeye devam etmekten çok daha iyiydi.

O zamanlar Atina'da, zengin ailelerin oğulları eğitim almak üzere Sofistlere gönderilirdi.

Sofistler öğrencilerini hitabet sanatında eğiten zeki hocalardı. Bunun için onlara yüksek

ücretler ödenirdi. Onların aksine Sokrates hizmetleri için ücret almazdı. Aslında hiçbir şey

bilmediğini iddia ederdi; dolayısıyla ne öğretebilirdi ki? Bu, öğrencileri ona gitmekten ve

diyaloglarını dinlemekten alıkoymasa da onu Sofistlerin gözünde pek de sevilen biri yapmadı.

Bir gün arkadaşı Khairephon, Delphi'deki Apollon kâhinine gitti. Kâhin bilge, yaşlı bir

kadın, ziyaretçilerin sorularını cevaplayan bir

Apollon rahibesiydi. Cevapları genellikle bulmaca biçimindeydi. "Sokrates'ten daha bilge

var mı?" diye sordu Khairephon. Cevap "hayır" oldu, "Sokrates'ten daha bilge kimse yok."

Khairephon bunu söylediğinde, Sokrates önce ona inanmadı. Gerçekten de şaşırmıştı. "Bu

kadar az şey bilirken, Atina'daki en bilge kişi nasıl olabilirim?" diye hayret etti. Kendisinden

daha bilge biri olup olmadığını görmek için yıllarını insanlara soru sormaya adadı. En

sonunda kâhinin ne demek istediğini anladı ve haklı olduğunu fark etti. Çoğu insan yaptıkları

çeşitli şeylerde iyiydi, marangoz marangozlukta iyiydi, askerler savaşmayı biliyorlardı. Ama

hiçbiri hakiki anlamda bilge değildi. Ne hakkında konuştuklarını gerçekte bilmiyorlardı.

"Filozof" sözcüğü "bilgelik sevgisi" anlamına gelen Yunanca sözcüklerden meydana gelir.

Bu kitabın izini sürdüğü Batı felsefesi geleneği, Doğu'dan gelen düşüncelerden de

etkilenerek, eski Yunanlardan dünyanın geniş bir kısmına yayıldı. Değer verdiği bilgelik türü,

argümana, akıl yürütmeye ve sorular sormaya dayanır, önemli biri doğru dedi diye bir şeye

inanmaya değil. Sokrates için bilgelik, çok şey bilmek ya da bir şeyi nasıl yapacağını bilmek

değildi. Bilgelikle neyi bilebileceğimizin sınırlarını da içererek, varoluşumuzun gerçek

doğasını anlamayı kastediyordu. Günümüzde filozoflar az çok Sokrates'in yapmış olduğu şeyi

yapıyorlar:

Zor sorular sormak, sebeplere ve kanıtlara bakmak, gerçekliğin doğası ve nasıl yaşamamız

gerektiğiyle ilgili olarak kendimize sorabildiğimiz en önemli sorulardan bazılarını

cevaplamaya çabalamak. Ancak Sokrates'ten farklı olarak modern filozoflar neredeyse iki bin

beş yüz yıllık felsefi düşünce birikiminden yararlanırlar. Bu kitap, Sokrates'le başlayan

olduğu Batı düşünce geleneğinde yazılar yazmış bazı ana düşünürlerin fikirlerini inceliyor.

Sokrates'i böyle bilge kılan şey, durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya

daima istekli olmasıdır. Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer

olduğunu söylemişti. Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil.

Sokrates bir filozof için alışılmadık biçimde bir şeyler yazmayı reddetti. Ona göre

konuşmak yazmaktan daha iyiydi. Yazılı sözcükler insana karşılık vermez; onları

anlamadığınızda açıklama yapamazlardı. Sokrates yüz yüze konuşmanın çok daha iyi

olduğuna inanıyordu. Konuşma sırasında konuştuğumuz kişinin nasıl biri olduğunu hesaba

katabilir; mesajın yerini bulması için söyleyeceklerimizi buna göre uyarlayabiliriz. Sokrates

yazmayı reddettiği için bu büyük insanın inandığı ve tartıştığı düşüncelerin çoğunu en parlak

öğrencisi Platon'un eserleri yoluyla öğreniriz. Platon, Sokrates ile soru sorduğu insanlar

arasındaki bir dizi diyalogu kaleme almıştır. Bunlar Platon Diyalogları olarak bilinir ve büyük

felsefe eserleri olduğu kadar büyük edebiyat eserleridir, bazı açılardan Platon zamanının

Shakespeare'iydi. Bu diyalogları okurken, Sokrates'in nasıl biri olduğu, zeki ve insanı çileden

çıkartan kişiliği hakkında bir fikir ediniriz.

Aslında bu o kadar da basit değildir, çünkü Platon'un Sokrates'in gerçekten söylediği bir

şeyi mi yazdığını yoksa "Sokrates" diye adlandırdığı karakterin ağzından kendi düşüncelerini

mi aktardığını her zaman ayırt edemeyiz.

Çoğu insan, dünyanın göründüğü gibi olmadığı düşüncesinin Sokrates'e değil de Platon'a

ait olduğuna inanır. Görünüş ile gerçeklik arasında önemli bir fark vardır. Pek çoğumuz

görünüşle gerçekliği karıştırırız. Anladığımızı düşünürüz, fakat anlamayız. Platon dünyanın

gerçekte nasıl olduğunu yalnızca filozofların anladığını düşünür. Filozof duyularına

dayanarak değil de düşünmeyle gerçekliğin doğasını keşfederler.

Bu fikri anlatmak için Platon bir mağarayı betimler. Bu hayali mağarada, yüzleri duvara

dönük, zincirlerle bağlı insanlar vardır. Önlerinde, gerçek şeyler olduğuna inandıkları titreşen

gölgeleri görebilirler. Gördükleri gerçek değil, arkalarında yanan bir ateşin önünde duran

nesnelerin meydana getirdiği gölgelerdir. Bu insanlar tüm yaşamlarını, duvara yansıyan

gölgelerin gerçek dünya olduğunu düşünerek geçirirler. Sonrasında içlerinden biri zincirlerini

kırar ve ateşe doğru döner. Gözleri ilkin bulanıktır, ama sonra nerede olduğunu görmeye

başlar. Mağaradan sendeleyerek çıkar ve nihayet güneşe bakabilir. Mağaraya geri

döndüğünde, dışarıdaki dünya hakkında söylediklerine kimse inanmaz. Zincirlerini kıran kişi

bir filozof gibidir. Görünüşlerin ötesini görür. Sıradan bir insan gerçeklik hakkında az bir

fikre sahiptir, çünkü onu derinlemesine düşünmektense, hemen önünde duran şeye

bakmaktan hoşnuttur. Ne var ki görünüşler aldatıcıdır. Gördükleri gölgelerdir, gerçeklik değil.

Bu mağara hikâyesi, Platon'un Formlar Teorisi olarak bilinegelen şeyle bağlantılıdır. Bunu

anlamanın en kolay yolu bir örnek aracılığıyladır. Yaşamınız boyunca gördüğünüz bütün

daireleri düşünün. Bunlardan herhangi biri mükemmel bir daire miydi? Hayır. Hiçbiri

tamamen kusursuz değildi. Kusursuz bir dairenin çevresindeki her nokta merkezdeki

noktadan tamı tamına aynı uzaklıktadır. Gerçek daireler bu koşula asla tam olarak uymaz.

Öte yandan, "kusursuz daire" sözcüklerini kullandığımda ne demek istediğimi anlamıştınız. O

kusursuz daire nedir peki? Platon kusursuz daire düşüncesinin bir daire Formu olduğunu

söylerdi. Dairenin ne olduğunu anlamak istersek, daire Formuna odaklanmamız

gerekmektedir; hepsi de bir açıdan kusurlu olan görsel duyularımız yoluyla

deneyimleyebildiğimiz ya da çizdiğimiz gerçek dairelere değil. Benzer şekilde Platon, iyiliğin

ne olduğunu anlamak istiyorsak, onun tanık olduğumuz tikel örneklerine değil, iyilik

Formuna yoğunlaşmamız gerektiğini düşünmüştür. Filozoflar bu soyut yoldan Formlar

hakkında düşünmeye en uygun insanlardır; sıradan insanlar dünya tarafından yanlış

yönlendirilirler, çünkü onu duyular aracılığıyla kavrarlar.

Filozoflar gerçeklik üzerine düşünmede iyi oldukları için Platon onların sorumlu olmaları

ve politik gücün tamamını ellerinde bulundurmaları gerektiğine inanmıştır. En ünlü eseri

olan Devlet'te, hayali bir mükemmel toplum betimledi. Filozoflar en tepede olacak, özel bir

eğitim alacaklardı; buna karşılık yönettikleri yurttaşlar uğruna kendi zevklerini bir yana

bırakacaklardı. Onların altında, ülkeyi korumak üzere eğitilmiş askerler, onların da altında

çalışan kesim olacaktı. Bu üç grubun mükemmel bir denge içinde olacağını düşünüyordu

Platon; akılcı kısmının duyguları ve arzuları kontrol altında tuttuğu dengeli bir zihin gibi. Ne

yazık ki onun toplum modeli son derece anti-demokratikti ve insanları yalanların ve gücün

birleşimiyle kontrol altında tutuyordu. Platon çoğu sanatı, gerçekliği yanlış temsil ettikleri

gerekçesiyle yasaklardı. Ressam görünüşleri resmeder, fakat görünüşler Formlar hakkında

aldatıcıdır. Platon'un ideal devletinde yaşamın her yönü, yukarıdan sıkı kontrol altında

olacaktır. Bugün bizim totaliter devlet olarak adlandıracağımız şeydir bu. Platon insanların oy

vermesine izin vermenin, yolcuların geminin dümeninde olmasına izin vermekten farksız

olduğunu düşünmüştür —dizginleri, ne yaptıklarını bilen insanlara vermek çok daha iyiydi.

Beşinci yüzyıl Atina'sı Platon'un Devlet'te hayal ettiği toplumdan oldukça farklıydı. Bir tür

demokrasiydi ama nüfusun yalnızca yüzde onu oy kullanabiliyordu. Sözgelimi kadınlar ve

köleler otomatik olarak dışlanıyordu. Ama yurttaşlar yasa önünde eşitti ve herkesin siyasi

kararları etkilemekte eşit şansı olmasını garantiye alan kapsamlı bir seçim sistemi vardı.

Atinalılar genel olarak Sokrates'e Platon kadar yüksek değer veriyorlardı. Tam tersine, pek

çok Atinalı Sokrates'in tehlikeli olduğu, kasıtlı olarak hükümete zarar verdiği

düşüncesindeydi. İ.Ö. 399'da, Sokrates 70 yaşındayken, bu Atinalılardan biri olan Meletos

onu mahkemeye verdi. Sokrates'in Atina tanrılarını ihmal ettiğini, onların yerine yeni tanrılar

koyduğunu iddia ediyordu. Atina'nın gençlerini yoldan çıkardığı, onları otoriteye karşı

gelmeleri için teşvik ettiğini de söylüyordu. Her ikisi de çok ciddi suçlamalardı. Ne derece

doğru olduklarını bilmek bugün için güçtür. Sokrates öğrencilerini devletin dinine uymamaya

teşvik etmiş olabilirdi gerçekten de. Atina demokrasisiyle alay etmekten keyif aldığını

gösteren bazı kanıtlar yok değildir. Bu onun karakteriyle de tutarlı olurdu. Kesin olan tek şey

vardı: Pek çok Atinalı onun cezalandırılması gerektiğine inanıyordu.

Suçlu olup olmadığına dair oylama yaptılar. Büyük jüriyi oluşturan 501 yurttaşın

yarısından biraz fazlası onu suçlu bularak ölüme mahkûm etti. İstese onları ikna ederek

muhtemelen ölümden kurtulabilirdi. Böyle yapmak yerine, atsineği olarak ününe toz

kondurmamak istercesine, yanlış bir şey yapmadığını ve Atinalıların onu cezalandırmak

yerine ömrü boyunca bedava yemekle ödüllendirmeleri gerektiğini söyleyerek onları daha da

kızdırdı. Bu pek de hoş karşılanmadı.

Bedeni yavaş yavaş felç eden bir bitki olan baldırandan yapılan zehri içmeye zorlanarak

idam edildi. Sokrates karısı ve üç oğluyla vedalaştı, sonra öğrencilerini etrafına topladı.

Cevaplaması zor sorular sormadan, sessiz sedasız yaşamaya devam etmek gibi bir seçeneği

olsa bile bunu kabul etmektense ölmeyi yeğlerdi. Her şeyi sorgulamayı sürdürmesini

söyleyen bir iç sese sahipti ve ona ihanet edemezdi. Sonra bardaktaki zehri içti. Kısa bir süre

sonra öldü.

Sokrates, Platon'un diyaloglarında yaşamaya devam eder. Durmaksızın soru soran,

şeylerin gerçekte nasıl olduklarını düşünmeyi bırakmaktansa ölmeyi tercih eden bu inatçı

adam, o zamandan beri filozoflar için ilham kaynağı olmuştur.

Sokrates'in birincil etkisi etrafındakiler üzerindeydi. Hocasının ölümünün ardından

Platon, Sokrates'in ilkelerine bağlı kalarak felsefe öğretmeye devam etti. Gelmiş geçmiş en

etkileyici öğrencisi ise, ikisinden de çok farklı türde bir düşünür olan Aristoteles'ti.

OKUDUĞUM KİTAP KAYNAK:

FELSEFE'NİN KISA TARİHİ ,NIGEL WARBURTON

ALFA YAYINLARI

Yorumlar